16 Ocak 2017 Pazartesi


Deli Sorular-1 : Ağlatmak ya da Ağlatmamak?


Annemin bir arkadaşı Alina’nın doğumunu tebrik etmek için aradığında telefonu kapatırken şöyle demişti. Nasıl yetiştirirsen yetiştir, mutlaka yanlış yetiştireceksin demişti. O zaman lohusalıkla ne demek istediğini anlamamıştım. On yedi ay sonrasında anlamaya başladığımı düşünüyorum. Şu an haklı çıkacak gibi görünüyor. Mutlaka yanlış yapacağım, yapacağız.  Sanırım mühim olan genel hatları çizebilmek birlikte, gerisini nasılsa o dolduracak.

On altı ayın sonunda memeden sütü kestik, ancak yeni bir alışkanlığımız oldu yerine. Eskiden haftanın yarısında babasıyla uyuyan çocuk, şimdi evdeysem dibimden ayrılmıyor ve mutlaka benimle uyumak istiyor. Uyumak için kucakta gezmesi gerekiyor ve elini mutlaka göğüslerime doğru indiriyor.  Bazen memeye devam etseydik daha mı iyiydi diye düşünmüyor değilim. Gece uyurken ağlamalar, hırçınlık yapmalar, uyumak istememeler gırla. Geçmiş zamanda da uyku eğitimi vermediğimiz için sanırım bir dört yaşına dek uykum geldi ben yatmaya gidiyorum cümlesini duyamayacağız. İşte bu noktada hala gelgitler yaşıyor olsam da. Bu kadar ufak bir çocuğu ağlatmak istemiyorum. Çünkü daha iletişimi yeni keşfediyor. Bizi yeni yeni anlıyor, söylediklerimize tepki veriyor. Bu aşamada çaresizlikten uyumasını ya da başka bir şeyi yapmasını tercih etmiyorum. Çünkü bugün ben onu yaparsam, ileride onu terfi ettirmeyecek müdürünü memnun etmek için bir şeyler yapabilir gibi geliyor. Çaresizliği şu an öğrenmesin, çünkü ölüm haricinde her şeyin bir çaresi vardır. Tanıdık gelen bir şeyler var mı? Zorda kalıp bir şeyleri kabullenmesin, elinden geleni yapsın istiyorum. Sanki ben şimdi gayret edersem o da ileride gayret edermiş gibi hissediyorum. Tamamıyla kişisel fikirlerim olmasına rağmen, belki siz de benzer gelgitleri yaşıyorsunuzdur diye yazıyorum. Yalnız değilsiniz ve ben de yalnız olmadığımı bilmek istiyorum. Çünkü çabalama ve gelişim birlikte yapılınca daha çok mutlu ediyor. Mesela istemediğiniz bir şeyi aldı, elinden almak için ne taklalar atıyorsunuz, nasıl unutturuyorsunuz? İki-üç taktik yazın da biz de sebeplenelim. Koltuğun tepesinde yürüyüp koşmaya çalışan bebeler için yer minderleri mi geliştirdiniz, mutfaktaki bıçakları mı yukarılara kaldırmadınız, çekmece dolap kilitlerinden bahsetmiyorum bile. Zaten yeterince sınırlıyoruz bebeleri, en azından uyku, yemek, oyun gibi yaşamsal faaliyetlerinde özgür olsunlar. Sonuçta bu yavrular acayip bir dünya ya doğdular, muhtemelen reşit olduklarında öyle Avrupa’ya falan değil, farklı gezegenlere gitmek isteyecekler. Sen de şimdi kalkmış odanda ağlayarak uyu, elindeki ojeyi bana ver diyorsun. Babam bizim için anneme hep çocuklar bizden 50 yıl ileride der. Bizim yavrular bizden 50 değil 150 yıl ileride minimum. Düşünsene senin anne-baban senin adının anlamını yüksek ihtimalle saatli maarif takviminde ya da çok düşük bir ihtimalle bir kitapta okudu. Bu çocuklarınsa isimleri için Google da aramalar yapıldı, binlerce sayfa tarandı. Alternatifler üzerine anketler düzenlendi. Misal benimle ilgili ilk kamera kaydı 3 aylık halime ait, o da vhs olduğu için aktarılamadan kayboldu gitti. Ama kızım doğum fotoğrafçısıyla teşrif etti. Doğum filmi, fotoğrafı olmayan yok gibi. Maddi şartlar olmasa bile annenin bir arkadaşı ya da baba çekiyor telefonla. Hastabakıcı bile duydum. Doğuştan Hollywood yıldızı muamelesi yaptık, yapıyoruz, daha bir on yıl da yaparız en az. Sonra da ben ağlatayım da azıcık zorlansın, şımarmasın diyorsun. Yer mi bu numaraları bu Anadolu çocukları. Adeta Brad Pitt e başrol oynatıyorsun da, sonra sahnelerini kesiyormuşsun gibi.

Bize de hak veriyorum.  Çok değil sadece 36 ay önce hamile bile değildik, belki fikrimiz bile yoktu. Anne babalığın maalesef bir okulu yok, olsa da bizi kaç tane senaryoya hazırlayabilirlerdi. Zaman zaman o umarsız, asi günleri özlüyor olabilirsiniz. Ama bence en güzel tarafı içinizdeki çocuğu -ki artık dışınızda da var bir tane- birlikte yaşayabiliyor olmak. Oyuncak ata binerken bu kadar eğleneceğimi tahmin edemezdim. Ya da saçma şarkılar uydurup bu kadar gülebileceğimi. Şu her şeyi mümkün kılabilirmişsin hissi var ya…İşte o herşeye değer.

25 Aralık 2016 Pazar


2017 gelmek üzere-Bir Gün Zaman Yetecek mi?

Her yıl sonunda kitaplığımı toparlarım, okumaya fırsat bulamadığım kitaplarımı görürüm, kendimi suçlu hissederim, ocak sonuna dek okuyacağım bunları derim, yine okuyamam. Hayatım boyunca zamanı iyi kullanan insanlara özendim, anne olduktan sonra da o insanlara –hele çocuklu olanlarına-şaşırmaya başladım. Yılbaşına 1 hafta var henüz kitaplığımla yüzleşmeye hazır değilim. Ama maalesef 2016 nın ben de bıraktığı en büyük iz, dedemi aramızdan uğurlamamız oldu. Yazarken bile sanki bu acı benim değilmiş gibi geliyor. Sanki bir başkasının acısı ve ben film gibi izliyorum. Acıyı içselleştirememek hangi psikolojik soruna delalet acaba? Neyse konumuz bu değil, bugün esas mesele zaman…

Evde bir insanın yapması gereken işler listesi mi yapsam, gereksizleri elesem diye düşünüyorum ama bu listeyi yapmam en azından ocak sonunu bulur. O kadar çok eksik işim var ki tamamlamadığım işler yüzünden dikkatimi hiçbir zaman tam anlamıyla toplayamıyorum. Sanırım yaşlanıyorum ya da kafamda kırk tilki olduğu için odaklanamıyorum. Yapmam gerekenleri küçük bir not defterine yazıp kontrol ederek ilerlemenin zamanı geldi.       

Anne olmadan önce ne kadar çok zamanım varmış derken buluyorum kendimi, eminim birden fazla yavrusu olanlar da tek çocuğum varken ne kadar boşmuşum diyordur. Aslında zaman da birçok şey gibi göreceli, bu yüzden sevdiklerimizin yanında ya da tatillerde daha hızlı geçiyor. Sabah kalkıyorum yapmam gereken basit işleri yapıyorum, yatak düzeltme, bıdığı uyandırmak, kahvaltı hazırlamak gibi.  Bazı günler ofise gidiyorum, bazı günler evden çalışıyorum. Ev için gerekli günlük alışverişi yapıyorum. Akşam yemeği yoksa en kolayından tek çeşit hazırlıyorum. Az sayıda tabağın kirlenmesine özen göstererek sofrayı kurup, genelde sofra toplama işlerini eşime yıkıyorum. Ama bu arada boş durmuyorum, ya çamaşır topluyor, ya yavruyu yıkıyor, bezini değiştiriyor, onu yatmaya hazırlıyorum. Küçük hanımın uyuma sürecinin detayına girmiyorum, hadi bir şekilde uyuttuk diyelim. Kendime ancak bir çay koyup adeta bir emekli ritüelini yerine getirmenin verdiği huzurla örgümü elime alıyorum. Şaka şaka örgü kısmı yok henüz, ama çay var içersen… Gün sonunda kendime hiç zaman ayırmadığımı fark ediyorum. Kimler ayırabiliyor merak ediyorum? En son ne zaman yeni çıkan bir albümü sadece dinlemek için dinledim bilmiyorum,  bebeği doğduğundan beri konsere gitmeyenler, yalnız değilsiniz.  Ebeveynlik sonrası eşiyle hiç baş başa dışarı çıkmayanlar bir el sallayın da tanışalım. Belki birbirimizi gaza getirir bir yemeğe çıkarız. Amma da şikâyet ettin, şikâyet edeceğine çözüm bul diye bile kızıyorum şu anda kendime. Şu yazıları yazmak bana ne kadar iyi gelse de haftalardır yoğunlaşmak için erteleyip durdum.  Bu gece en son yeter dedim, dolaptaki dolmalık biberler, e-posta kutusunda iletiler yarını beklesin, bu gece yazı gecesi.

Yetmeyen bu kadar zamanda, bazı anları dondurmak ve saatlerce izlemek istiyorum evet. Kızımın güldüğü anları özellikle. Bu yıl onun için çok verimli geçti, yattığı yerde dönmeye yeni başlamış bir bebekti, şimdiyse koşan, zıplayan hatta hafiften çemkirmeye başlayan bir küçük insan oldu. Sanırım en güzel tarafı da buydu zamanın geçmesinin. Sen yine de geç zaman, ama biraz daha yavaş geçsen olur mu?

21 Kasım 2016 Pazartesi

En Zeki Benim(ki)



Sevgili hemcinslerim, evet yıllarca okullarda dirsek çürüttük, meslek sahibi olduk, kurumsal firmalarda sorunsal pozisyonlar edindik, “!!!birçok rakibimizi geride bırakarak!!!” 30larımıza gelmek üzereyken ya da henüz girmişken nikah defterlerini adeta bir zafer madalyası gibi salladık, ortalama 2 yıl gezdik tozduk, ama dikkatle korunduk. Sonra bu kadar yeter dedik, jinekologların kapısını çaldık. Folik asitleri yuttuk ve yaşasın 40hafta sonra anneyiz. Hayattaki en ulvi, en yüce, en ulu, en en en mertebeye kavuştuk. Şimdi sıra hangimizin ki daha akıllı, daha güzel, daha creative, daha bilmem ne, hangimiz mükemmel anneyiz isimli sidik yarışına geldi. Baştan kabul edelim ki mükemmel insan olmayacağı gibi mükemmel anne de yoktur.

Çevrenizde benzer yaşlarda çocukları olanlar varsa, siz de yaşıyorsunuzdur mutlaka. Dönüp dolaşıp muhabbet ya çocukların kıyaslanmasına geliyor ya da anneliklerin yarışına. Maalesef yine birbirimizi hançerliyoruz. Kızım 15 aylık oldu ve bu zaman içinde yaşadıklarımı göz önüne alırsam erken ek gıdaya başladım diye çemkirenler mi dersin? Ya da sürekli seninki şunu yapıyor mu? Bunu yapıyor mu diye ağız arayanlar mı dersin. Annelerimizin hayal gücünde sınır yok. Kendi çocukluklarımızdan ilhamı aldık tam gaz gidiyoruz maşallah. “Yuksek Topuklar biliyor musun? Atacan kendi çamaşırını kendisi yıkıyor…” “Ayşe dün bulaşık makinesini boşalttı.” Çok abartı oldu farkındayım. Maalesef durum buna benzer. Ya bırakalım istedikleri gibi tencere tava çalsınlar, Pelinsu ilk konserini veriyor diye yaymayalım. İnanın onların kafalarında düşündüğümüz gibi komplike fikirler yok. En iyi ihtimalle bizi taklit ediyorlar.  Çocuk aklı her yerde aynı. Bizim onlardan tek beklediğimiz mutlu olmaları olsun, bunun için de nasılsa elimizden geleni yapacağız.

 En çok bu bebelerin 10 yıl sonra okullarda ne hale getirileceğini düşünüyorum, okullarda birer yarış atı olmak zorunda kalacaklar. Biz de böyle büyüdük dediğini duyar gibiyim. Biz yaşadık diye onlar da yaşamak zorunda değil. Belki sen de annen baban mühendisliğe yönlendirmese, ressam olacaktın. Simitçi olacaktın, pastane açacaktın. Ya da kendin isteyerek mühendis olacaktın. Aman ne güzel böyle konuşma lüksün var da diyebilirsin, benim annemle babam beni bir an önce iş sahibi yapmak için uğraştı diyebilirsin. İşte parayı amaç haline getirmekten başka bir şey değil bu. Ben yeni yeni fark ediyorum, ev kredisine girmeden de mutlu olabilirsin, o kazağı almadan da. Gerçekten sevdiğin istediğin işi gönülden yaparsan para araç olarak zaten gelecektir.

O yüzden küçücükten de olsa yavrularımızı yetiştirirken, nolur başkalarıyla kıyaslamayalım. Söylemesek bile kafamızdan dahi geçirmeyelim. Kendi özgür hayatlarında bırakalım onları. Kanatları kırılabilecek birer kelebek hepsi. Onlara kazandırabileceğimiz en iyi özellik, çalışkan olmak olsun. Annem mermerde çiçek büyür mü demişti bana? Büyümez tabii ki dedim. İşte çocuk yetiştirmek böyle bir şey demişti. Şimdi daha iyi anlıyorum. Kızım büyüdükçe, yaptığım her hareketi taklit etmeye başladıkça, hayatımın en zor dönemi geliyor bence, özgürlüğünü kısıtlamadan ona rol model olabilmek ki bence en zor kısım bu. Kendi doğrularını bulmasına yardım etmek, hayatımızın en “eğlenceli” macerası olacak.  

17 Kasım 2016 Perşembe


Kadının Çalışmasına Bakış Açımız ---09/11/2015---

Bu topraklarda doğduğum için çoğu zaman şanslı sayarım kendimi. Hele İzmirli olduğum için bonusların doğuştan verildiğini düşünürüm hep. Çok şükür ailemlede özgürlükler konusunda sorun yaşamadım. Aaaa sen kızsın lafını ancak çevreden duyardım. Ailemin de bunu söyleyenlere cevabı, kız erkek ne fark eder? Sonuçta ikisi de insan olurdu. Hep oku meslek sahibi ol, kimseye muhtaç olma’larla büyüdüm. Üniversiteden itibaren de kendi paramı hep kazandım. Ancak anne olduktan sonra etrafımda modern bellediğim insanlardan bile gördüğüm öyle tepkiler var ki. Ne kadar şiddete karşı olsam da havanda dövesim geliyor bazılarını. Mevcut düzenim gereği yavrumdan ayrı kalmak istemediğimden ve eski işim çok yıpratıcı olduğundan daha esnek saatleri olan bir işe geçtim. Yeni işim eskisi kadar havalı ve kurumsal değil dışarıdan bakınca ama insanların ne dediğine kafayı takan bir tip olsaydım, dokuz köyden kovulanlar takımına adımı altın harflerle yazdırmazdım. Kafamda başka planlarım da var ki bunları açıklamak zorunda değilim kimseye. Ama yakın zamanda görüştüğüm bir bey arkadaşım ‘eee nasılsa anne oldun? N’olacak bu işte devam et’ diye şu an yapmaya çalıştığım işi küçümseyince tepemin tası attı. Nasılsa anne oldum canım, neredeyse 10 yıldır çalışmış olmamın, kendi çapımda bir şeyler elde etmiş olmamın ne anlamı var? 5 Yıl üniversitede okumuştum, okurken vaktim boşa geçmesin diye bir yandan çalışmıştım. Ama tüm bunların önemi yoktu, çünkü artık ben de toplumun benden beklediğini yapmıştım ve bir çocuk dünya ya getirmiştim. Bundan sonra vazifem -görev deyince hiç mazbut olmuyor- erkeğimin başarısı için evde tertip düzeni sağlamak, mutfakta aşçı, salonda anne, antrede temizlikçi olmak olmalı. Ne de olsa her başarısız kadının arkasında mutlaka bir erkek var...Ya da toplumun beklediği üzere öğretmenlik gibi daha çok kadınlara uygun görülen mesleklerden birini seçmeliyim. Üniversite sınavı sonrası tercihlerimi yaparken bir arkadaşımın öğretmen annesi, anneme “ay öğretmenlik yazsınlar, hem kısmetleri de güzel olur” demişti. Tabii ki annem beni yanıltmayarak, bizim kısmet düşüneceğimiz zaman mı, ne istiyorsa onu yazsın diye kapatmıştı konuyu. Maalesef onca okul, mokul, yabancı diller, eğitimler bazılarını bir arpa boyu geliştirmiyor. Hala Neandertal seviyedeyiz. Saolsunlar politikadaki söz sahipleri de buna çanak tutuyor. Kadına yarım gün çalışma hakkı sunuldu ama kimse bu kadınlar çocuklarını da işe götürerek çalışabilirler mi? Diye kafa yormuyor. Plan kadını işten sıyırıp evde amme hizmetine devam ettirmek. Aslında mevcut yasada belirli bir sayı üzerinde kadın çalışanı olan şirketlerin kreş açması ya da bu hizmeti bir şekilde kadınlara sunması gerekiyor.  Ancak pratikte kreş açması gerekirken her yıl bunun cezasını ödeyip eski düzen devam eden o kadar çok şirket var ki. Şimdi diyeceksiniz ki adalet nerede var ki burada olsun. Biz sesimizi çıkartmadıkça ya da çıkaranlar aforoz edildikçe, bu düzen böyle devam edecek ve yeni nesiller için daha iyi bir yer olmayacak burası. Bu yüzden konuşun kadınlar, hepimiz birden konuşursak, onlar susmak zorunda kalacak...

8 Kasım 2016 Salı

Kaleye Koşarak Çıkanlar


Kötü bir rüya gördün ama uyanamıyorsun, öyle bir şey ki rüyada olduğunu biliyorsun, uyanmak istiyorsun ama uyanamıyorsun. Hepimizin böyle batırdığı anlar yok mu? Mutlaka vardır, ben hiç batırmam diyenle de muhtemelen dalga geçiliyordur. Her hayat kendisi için özel, birbirimiz için herkes gibiyiz. Zaten artık herkes birbirine o kadar benziyor ki, sürülmemiş fondötenler, rujlar, bakımsız eller daha özel kalıyor. Mutluluğu değil, görgüsüzlükleri paylaştığımız bir devirdeyiz. Merak ediyorum pazar brunch ına gitmeden nasıl yaşamışız yıllarca? Soya sütlü americano içmeden nasıl nefes almışız? Soyuttan uzaklaşalım derken materyalist olmanın dibine vurduk. Kadın olmanın obje olmak olduğunu kabul edenlerin sayısı hiç az değil, çoğu da kadın ayrıca. Annem hep kadın kadının kurdudur derdi. Bence artık kadın kendinin kurdu. Daha güzel, daha zayıf, daha becerikli, daha genç, daha’ ların bizi ele geçirdiği bir zaman. Yeniler kesinlikle daha şanssız, bizim neslin büyüdüğü dönemde en azından başarının bir ederi vardı. Devlet okuluna giderek büyüdük çoğumuz, diploma altın bilezikti. Ergenlik dönemimde kahve fallarında en çok takdir, teşekkür görünürdü. Şimdiyse kocan kadar konuş diye filmler yapılıyor. Kadının başarısı ‘koca’sının mal varlığıyla ölçülüyor. Koca demek moda oldu, halbuki hayat yoldaşı, eş olabilmek en güzeli. Aldatmaların bile üzeri jeep lerle örtülürken, etrafınızda böyle olan kaç evlilik var? Duygusal ya da fiziksel ihanet diye bir şey var. Kadın ya da erkek eşini tek bir kişiyle bile aldatmıyor. Duygusal ihanetler ayrı fiziksel ihanetler ayrı yaşanıyor. Ama instagramda mutluluk pozları paylaşmaya devam. 31 yaşındayım ve eşime aşkım demekten ben bile sıkılmışken, 50 yaşında insanların botokslu, filtreli fotoğrafları altına aşkımla konserde yazıp arka tarafta her haltı yemesi midemi bulandırıyor. 2.çocuğu yapıp boşanayım diyenler mi dersin? Yoksa kendini alışverişe vurmaktan beyni yananlar mı? Bazen insanlık olarak ruh hastası olduğumuzu düşünüp, uzaylıların bizimle dalga geçtiğini düşünüyorum. Yaptığımız çoğu şeyi neden yapıyoruz, niçin buradayız, manyak mıyız mesela her gün 4 saat trafik çekiyoruz?  Niye, neden, ne için? Kendi sorularıma bile bazen cevap veremiyorum. Siz verebiliyor musunuz?  Bu yüzden kızım için tek dileğim, kendi ayakları üzerinde durabilmesi. Kendisinin gerçekten ne istediğini bulması, benden daha çok benleşmesi. Ben büyürken kalıplar daha bir ön plandaydı. El alem ne der klişesi, bizim evde olmasa da etkisi azımsanmayacak boyuttaydı. Belki de bu yüzden birbirine benzeyen hayatlarımız oldu. Umarım kızım kendi yolunu bulabilir, nerede olmak istiyorsa, nasıl olmak istiyorsa ve ben de ona bu güzel yolculukta eşlik edebilirim. Gün sonunda nerede olduğunuz değil yolda gördüklerinizdir önemli olan. Tıpkı hayat gibi, hepimiz bir gün öleceğiz, kimimiz az kimimiz çok yaşayacağız, kimimiz kendi kalesine arabayla çıkacak, kimimiz koşarak belki. Kaleye vardığında bildiklerin yanına kalacak sadece. Orada için rahatsa huzuru bulduysan, hayatının sonuna bile güzel gidebilirsin. Bir tek kendine verdiğin hesap kalıyor gün sonunda, asla yalan söyleyemediğin, rol yapamadığın bir tek kendin var, ve o son gün geldiğinde orada sadece kendinle olacaksın. Ne demişti MFÖ, yalnızlık ömür boyu...

Ne Zaman Anne Oldum?




Çok güzel giyin, çok güzel ol, çok güzel kok, ojelerin hep düzgün olsun, kışın bile pedikür yaptır. Topuklu giy, mümkünse ince topuk, işinde süper ol, 28 yaşında lord of the directors, senior manager of the bla bla bla…. 29’da evlen, 2 yıl sonra doğur ama karnın dümdüz olsun çıkınca.  Hatta doğumdan çık, bikini giy, havuza gir falan yani. İşler iyice çığırından çıkmıştı artık. Manyak mıydık biz? Kafayı mı yedik? Android miydik? Tepemin tası atmış vaziyetteydi. O sürekli şahane havalı saçları olan kadınlar, dergi portresiydi onlar. Varsa bir iki tane vardı. O da Allah’ın mucizesiydi bence. İşten ayrıldıktan sonra 2 haftamı bunları düşünerek geçirmiştim. Nihayet 39+1 de doğum başlamıştı.

 Doğumdan çıktım,-neyseki ellerim ojeliydi- bebeğimi kucağıma aldıktan ve iyi olduğunu öğrendikten sonra yalan söylemeyeceğim ilk düşündüğüm karnım indi mi oldu? Normal doğum yapmıştım. 12 saate yakın sürmüştü, açtım, yorgundum, susuz kalmıştım ama aklıma ilk karnım geldi. Sapıklık işte. İnsan birçok şeyi yaşarken değil içinden çıkıp karşısına geçince anlayabiliyor. Şimdi orada duran yeni, yepyeni kadına bakıyorum da, deli diyorum delisin sen. İlk 12 saat nasıl mı geçmişti doğum sonrası, sadece uyumak istiyordum. Dinlenmeye ihtiyacım vardı. Ama maalesef hiç uyuyamadım. Yorgundum. Annemin bana yetecek enerjisi yoktu, yoldan gelmiş, dışarıdaki kanepede uyuyakalmıştı. Eşim hayatının en manyak saatlerini yaşamış ve yorgun düşmüştü. Başka birini istemiyordum. Hadi dedim kalk, annemi kaldırdım, eve git dedim. Dinlen, yarın lazım olacaksın. Eşimin üzerine bir şeyler örttüm, bebeğime gülümsedim ve aynaya baktım. Kendimle göz göze gelmekten korkuyordum. Ne yapmıştım ben? Bu bebeğe bakabilecek miydim? İyi bok yemiştim.  Bu ben değildim. Merak uğruna bir canlı getirmiştim dünyaya. Bir makas olsa saçlarımı kesecektim, sıkıntımı dağıtır diye. Allahtan makas yoktu. Canım yanıyordu, tam oturamıyordum. Kimse bana böyle canımın yanacağını söylememişti. Doğum sonrası bir süre rahat oturamazsın dememişti. Doktorun beni kesip kesmediğini bile bilmiyordum. Halbuki anlamalıydım doğumhanede tam karşımda dikilen hemşirelerin bakışlarından kötü bir şeyler olduğunu. Öyle acır gibi bakmışlardı ki, demiştim işte bu sefer ayvayı yedik. Gerçekten anne olmak istemiş miydim? Tüm bunlar kafamda durmadan dönüyordu. Gelgitli aslan hallerim bitmezdi benim. Ama şu an en yanlış zamandı. Tamam dedim, biraz uyusam geçecek, biraz kitap okusam kendime gelirim. En kötü bir kahve olsa, ama uykumu kaçırırdı şimdi. Bunları düşünmenin sırası değildi. Doğum başlayalı bir gün olmamıştı ama paspartumun zirvesindeydim. Kendimi depresyonun kollarına bırakmak üzereydim. Derken kızım ağladı. Öyle bir ağlayış ki ama, ben de ağlamaya başladım direkt. Sanki tek yumurta ikizim ağlıyor. Kesin ağlarım diye düşündüğüm doğumda bile ağlamamıştım. Şimdiyse tutamıyordum kendimi, şaşkın bir ifadeyle kalakalmıştım. Sessiz sessiz ağlıyordum. Yine canım yanarak kalktım, kızımı kucağıma aldım. Ağzını mememe dayadım, o sustu, keşke biri de bana benzer bir şey yapabilseydi. En prenses olmam gereken saatlerde yine mücadele veriyordum. Ama ne de olsa bir aslandım. Kızım susunca kendime geldim. Ağlamak da biraz dikkatimi dağıttı. İşte o zaman fark etmiştim. Bir daha hayatım asla eskisi gibi olmayacaktı…

Minik kızımı ben çağırmıştım. Şimdi ona sırt çevirme zamanı değildi, çok küçüktü ve çok muhtaçtı. O an anladım ki bu bebek kendi bebeğim olmasa bile ona bakardım. O kadar savunmasız ve bi haberdi ki. Ona yardım etmeden, beslemeden, sevmeden, onunla oynamadan hatta onunla birlikte büyümeden yaşayamazdım artık. Bu yeni düzende öncelikle kızım ve benim için en makul ortamı yaratmalıydım. Yıllar içinde geliştirdiğimi düşündüğüm analitik tarafım devreye girmişti. Yüzümü yıkadım. Kızımı tekrar kucağıma aldığım sırada hemşire geldi. Sizce büyütebilecek miyim? Dedim. Yüzüme baktı. Eminim onun da şüpheleri vardı. Mememi kontrol etti.  Sütün gelmiş dedi. Ben yeter mi diye sordum. Yeter dedi, “yeter küçücük, annesi daha o”. Annesi, anne, anneyim….Bugün bile yazarken gözlerim doluyor. Kızım kucağımda uykuya dalmışız. Hayatımın en taze, en huzurlu uykusuydu. İşte ben uykuya dalmadan önce anne olmuştum.
 
 

1 Kasım 2016 Salı


Belki de herşeyin bir anlamı yoktur. Yorulmadan yaşamak gerekiyordur. Hayatla dalga geçmek, üstelememek, akışına bırakmak en iyi seçenektir. Beklediğiniz hiçbir şey o anda gelmez çünkü. 29 yılda kendi kendime edindiğim en büyük öğretiydi. Gerçi beni yanıltan bir hamilelik olmuştu.  Sevgili eşim düşünce gücüyle mi yaptım diye de dalga geçmişti. Tabii ki doğru gün doğru zamandı. Olumlu düşüncenin etkisi de olabilir. Çünkü o ay boyunca kendi kendime hadi inşallah şarkısını söyleyip durmuştum. Reglime 1 hafta kala da test yapmaya başlamıştım. Azmin sonu zaferdir. Sanırım benim en büyük zaferimdi. 3 gün kala vücudumdaki tüm değişiklikleri takip etmeye çalışıyor. Hamilelik belirtileri diye internette açmadığım sayfa kalmamıştı. Çılgınca vaktimi harcıyor. İş yerinde hiçbir şeye konsantre olamıyordum. Bir yerde karnın fazla sıcak olur diyordu mesela. Sürekli elimle bakıyordum. Takmıştım kafaya ve olmadan rahat edemeyecektim. Bir yanım da kızım deli misin? Bu zamana kadar tutturduğun hiçbir şey olmadı, yol ver gitsin diyordu. Ama maalesef bu telkinler işe yaramıyordu. Testlere harcadığım paranın haddi hesabı yoktu. Artık başka başka eczanelerden alıyordum, beni sapık sanmasınlar diye. Hamilelik testi sapıklığı da tam bana göreydi.

Aslında hiçbir zaman çocuk delisi olmamıştım. Bunu da tecrübe etmek istiyordum. İşimden sıkılmıştım. Değiştirmek için bahanem olacaktı. Dediğim gibi asıl derdim meraktı. Fena halde kaşınıyordum yani. Şimdiyse geriye baktığımda iyi ki diyorum, hayattaki en doğru tutturukluğummuş. Ama bunları daha sonra anlatacağım. Şimdi o günü anlatarak keyfini tekrar yaşamak istiyorum. O gün regli olmam gereken gündü, birkaç aydır tek bir gün bile şaşmıyordu. Sanki vücudum da ben hazırım patron diyordu. Sabah kalktım işe gittim, sabah testimi yaptım. Son 3 günde sabah ve akşam test yapmak benim için rutin olmuştu. Yine çift çizgi yoktu, işte o an sakın düşmek yok gelecek ay deneriz demeye çalışıyordum kendime bir yandan.

Bir anda silik bir çizgi belirdi. İpince, çizginin kendisi bile inanmamış hamileliğime. Gülüyordum çünkü silik bile olsa çizgi varsa hamilesin diyorlardı. Işığın farklı açılarına göre testi oynatıp duruyordum elimde. Allahım diyordum tamam kafayı yedim. Sonunda bu da oldu. Ama bu habere çok ihtiyacım vardı. Masama gidip hiç birşey yokmuş gibi yapmaya çalıştım. Ertesi gün bir daha deneyecektim. Tabii ki bekleyemedim. O öğlen 6 aylık hamile bir arkadaşımla hastanenin yolunu tuttum. Eşime söylemedim. Olmazsa üzülmesin ve ne kadar manyaklaştığımı bilmesin diye. 12:30 da kan vermiştim. 14:00 te sonuçlanacaktı. Dakikalar geçmiyordu, işe döndüm ama denizin üstünde yürüyordum, kalbim ellerimin arasındaydı ve sanki kanı ben pompalıyordum. Ufacık bir dikkatsizlik yapsam kalbim duracaktı ve ölecektim. Hayır tabii ki anne olmadan ölmeyecektim. Gelgitli dakikaların sonu gelmiyordu. Saat 14:00 ü gösterdiğinde bana verdikleri test sonuç kartındaki numarayı girdim ve sorgula ya bastım. Ya herru ya merru…

Ekranda sonuç yoktu. Of ya kan yetmediyse, ya tekrar gitmem gerekirse, kesin böyle şeyler beni bulurdu. Tıp benimle dalga geçiyordu. Şansıma bu sırada bir toplantıya gitmem gerekti, orada biraz vakit öldürebilirdim. Toplantıya girdim. Yöneticim bir konuda fikrimi sorduğunda iyice saçmaladım. Çünkü gözümün önünde yıllarca hamile kalamadığım canlanmıştı. Paranoyanın zirvesindeydim. Kesinlikle bu ben değildim. Acil kendime çeki düzen vermeliydim. 14:50 de toplantı bitip bilgisayarımın başına döndüğümde hala sonucun yerinde yeller esiyordu. Daha fazla bekleyemedim. Hastaneyi aradım. Sonucun çıktığını ve istersem telefonda söyleyebileceklerini ilettiler. Neredeyse çığlık atacaktım, kalbim patlamak üzereydi. Lütfen söyleyin dedim. Karşıdaki kadın gülerek beta hcg değeriniz 96 dedi. 5 in üstü hamilelik demekti. Ama dedim ya yanlış biliyorsam, doktorumdan hamilesin lafını duyana dek emin olamayacaktım. Hayatta her konuda umutlu olan ben, bu konuda ihtiyatı elden bırakmıyordum.  Doktorumu aradım, hastaneden çıkmıştı, kadına sadece 2 kez muayene olmuştum ve hemşireden cep telefonunu istiyordum. Halbuki cep telefonunu istemek için en az 5 kez muayene olmam gerekirdi. Aileden gelen gereksiz kibarlıklarımdan biriydi bu da. Neyse ki hemşire numarayı verdi. Tuşlara bastım ve Demet Hanım karşımdaydı.

-Merhabalar Demet Hanım, Ben Selin Acar nasılsınız?

-Merhabalar, teşekkür ederim, buyrun

-İki hafta önce kontrole gelmiştim, bebek deniyorduk. Dün reglim gecikmişti, bugün kan testi yaptırdım. Beta-HCG değerim 96 çıktı.-Kesinlikle nefes yerine heyecan dolaşıyordu damarlarımda-

-Oha-gülüşmeler- tebrik ederim.

-Yani şimdi hamile miyim?

-Evet hamilesiniz, ama daha çok küçük.

-Ne zaman gelelim peki?

-Bir hafta sonra gelin

-10 gün sonra gelsem olur mu?

-Olur, bir haftadan önce gelmeyin ama.

-Tamamdır, vaktinizi almayayım. Görüşürüz.

Telefonu kapattım, 6 aylık hamiş arkadaşım yanımdaydı, önce birlikte zıpladık. Kimsenin bizi görmediğinden emin olmak istedik, etrafa bakındık…Sarıldık, ağladık biraz. Her kadın bu anı yaşamayı hakkediyor bence. Bebek isteyenlerden bahsediyorum tabii ki. Kadınların anne olmak istememesini de anlıyorum. Bazı kadınlar böyle düşünse de bu herkesin mutlaka yapması gereken bir proje değil. Sonuçta bir insan hayatı var ortada ve ne kadar bencil olursak olalım, en azından o yeni ruha saygı göstermemiz gerekiyor. Çocuklarımız bizim ne teminatımız ne de projemiz. Olsa olsa eşlerimiz gibi yol arkadaşımız olabilirler. Bunların haricinde çocuk büyütmek karnınıza düştüğü andan itibaren mermerde çiçek büyütmek. İlk yazı için bu kadar yeter sanırım. Bir sonraki yazıda, eşimin öğrenme kısmını anlatacağım.