Deli Sorular-1 : Ağlatmak ya da Ağlatmamak?
Annemin bir arkadaşı Alina’nın doğumunu tebrik etmek için
aradığında telefonu kapatırken şöyle demişti. Nasıl yetiştirirsen yetiştir,
mutlaka yanlış yetiştireceksin demişti. O zaman lohusalıkla ne demek istediğini
anlamamıştım. On yedi ay sonrasında anlamaya başladığımı düşünüyorum. Şu an
haklı çıkacak gibi görünüyor. Mutlaka yanlış yapacağım, yapacağız. Sanırım mühim olan genel hatları çizebilmek
birlikte, gerisini nasılsa o dolduracak.
On altı ayın sonunda memeden sütü kestik, ancak yeni bir
alışkanlığımız oldu yerine. Eskiden haftanın yarısında babasıyla uyuyan çocuk,
şimdi evdeysem dibimden ayrılmıyor ve mutlaka benimle uyumak istiyor. Uyumak
için kucakta gezmesi gerekiyor ve elini mutlaka göğüslerime doğru indiriyor. Bazen memeye devam etseydik daha mı iyiydi
diye düşünmüyor değilim. Gece uyurken ağlamalar, hırçınlık yapmalar, uyumak
istememeler gırla. Geçmiş zamanda da uyku eğitimi vermediğimiz için sanırım bir
dört yaşına dek uykum geldi ben yatmaya gidiyorum cümlesini duyamayacağız. İşte
bu noktada hala gelgitler yaşıyor olsam da. Bu kadar ufak bir çocuğu ağlatmak
istemiyorum. Çünkü daha iletişimi yeni keşfediyor. Bizi yeni yeni anlıyor,
söylediklerimize tepki veriyor. Bu aşamada çaresizlikten uyumasını ya da başka
bir şeyi yapmasını tercih etmiyorum. Çünkü bugün ben onu yaparsam, ileride onu
terfi ettirmeyecek müdürünü memnun etmek için bir şeyler yapabilir gibi
geliyor. Çaresizliği şu an öğrenmesin, çünkü ölüm haricinde her şeyin bir
çaresi vardır. Tanıdık gelen bir şeyler var mı? Zorda kalıp bir şeyleri
kabullenmesin, elinden geleni yapsın istiyorum. Sanki ben şimdi gayret edersem
o da ileride gayret edermiş gibi hissediyorum. Tamamıyla kişisel fikirlerim olmasına
rağmen, belki siz de benzer gelgitleri yaşıyorsunuzdur diye yazıyorum. Yalnız
değilsiniz ve ben de yalnız olmadığımı bilmek istiyorum. Çünkü çabalama ve gelişim
birlikte yapılınca daha çok mutlu ediyor. Mesela istemediğiniz bir şeyi aldı,
elinden almak için ne taklalar atıyorsunuz, nasıl unutturuyorsunuz? İki-üç
taktik yazın da biz de sebeplenelim. Koltuğun tepesinde yürüyüp koşmaya çalışan
bebeler için yer minderleri mi geliştirdiniz, mutfaktaki bıçakları mı
yukarılara kaldırmadınız, çekmece dolap kilitlerinden bahsetmiyorum bile. Zaten
yeterince sınırlıyoruz bebeleri, en azından uyku, yemek, oyun gibi yaşamsal faaliyetlerinde
özgür olsunlar. Sonuçta bu yavrular acayip bir dünya ya doğdular, muhtemelen
reşit olduklarında öyle Avrupa’ya falan değil, farklı gezegenlere gitmek isteyecekler.
Sen de şimdi kalkmış odanda ağlayarak uyu, elindeki ojeyi bana ver diyorsun. Babam
bizim için anneme hep çocuklar bizden 50 yıl ileride der. Bizim yavrular bizden
50 değil 150 yıl ileride minimum. Düşünsene senin anne-baban senin adının
anlamını yüksek ihtimalle saatli maarif takviminde ya da çok düşük bir
ihtimalle bir kitapta okudu. Bu çocuklarınsa isimleri için Google da aramalar
yapıldı, binlerce sayfa tarandı. Alternatifler üzerine anketler düzenlendi. Misal benimle ilgili ilk kamera kaydı 3 aylık
halime ait, o da vhs olduğu için aktarılamadan kayboldu gitti. Ama kızım doğum
fotoğrafçısıyla teşrif etti. Doğum filmi, fotoğrafı olmayan yok gibi. Maddi
şartlar olmasa bile annenin bir arkadaşı ya da baba çekiyor telefonla. Hastabakıcı
bile duydum. Doğuştan Hollywood yıldızı muamelesi yaptık, yapıyoruz, daha bir
on yıl da yaparız en az. Sonra da ben ağlatayım da azıcık zorlansın, şımarmasın
diyorsun. Yer mi bu numaraları bu Anadolu çocukları. Adeta Brad Pitt e başrol
oynatıyorsun da, sonra sahnelerini kesiyormuşsun gibi.
Bize de hak veriyorum.
Çok değil sadece 36 ay önce hamile bile değildik, belki fikrimiz bile
yoktu. Anne babalığın maalesef bir okulu yok, olsa da bizi kaç tane senaryoya
hazırlayabilirlerdi. Zaman zaman o umarsız, asi günleri özlüyor olabilirsiniz. Ama
bence en güzel tarafı içinizdeki çocuğu -ki artık dışınızda da var bir tane- birlikte
yaşayabiliyor olmak. Oyuncak ata binerken bu kadar eğleneceğimi tahmin edemezdim.
Ya da saçma şarkılar uydurup bu kadar gülebileceğimi. Şu her şeyi mümkün kılabilirmişsin
hissi var ya…İşte o herşeye değer.